30 Temmuz 2017 Pazar


trampet


            Tım tım tı tı... Tı tım tım tım.. Kanepemde, yazarının adını sürekli unutup tekrar tekrar kapağını çevirdiğim bir kitabı okuyordum. Tım tı tım... Dışarıda bir çocuk herhangi bir sopayla herhangi bir bidona ya da kovaya vurarak ritm tutuyor olmalıydı. Bu ses beni kitabımdan alıp ve pencereye sürükledi. Kitabın beni gerçekten içine almadığı da su götürmez bir gerçek. Başımı camdan uzatabilildim. Dışarısı o kadar sıcak ve nemliydi ki, vücudumun diğer bölgelerine acıdım ve onları içeride bıraktım.

            Ağustos sıcağına aldırmadan dışarıda ritm tutan çocuğu aradı gözlerim. Ortalıkta kimsecikler yok. Ses görünmezlikten gelmeye devam etti. Tım tı tı tı tım... Ara ara ritme müzik sesleri karışır oldu. Arabesk sesler.. Uzaklardan bir iki fren sesi... Başımı bir dünyadan ötekine uzatmış gibiydim. Ritm tutan çocuğu göremesem de kendi çocukluğuma uzanıp geçmişe bir göz attım:

            İlkokul yıllarımda okul bandosuna heves ediyorum. O kadar çok müsamereye katılmış ve övgüler toplamışken bir şeylerin eksikliğini hissediyorum. “Ben hiç bandoya katılmadım”diyorum kendi kendime. Oysa ki ne kadar gösterişli kıyafetleri ve her yerden duyulan ritmik sesleri var bandocuların. Kırmızı beyaz üniformaları ve beyaz trampetleri gözümü alıyor. Hemen elemelere katılıyorum ve hemen eleniyorum! Bandocuların trampetlerini aklımdan silemiyorum. Rüyalarıma giriyor. Yataktan kalkabilmem için kulağımda trampetler ritm tutuyor. Karnım acıkınca midem de bir ritm tutturmuş gidiyor. Yok bu böyle olmayacak diyorum. Cin fikirli bir çocuk olarak mahallenin çocuklarını peşimden sürüklüyorum. Kömürlüklerde ne kadar teneke varsa topluyoruz.

            Hatice teyzelerin bahçesinin altında hizaya giriyoruz. “Başlaa” diyorum. Başlıyoruz: “Kemal Abiii, Kemal Abiii, Aslan Kemal Abiii.” diyerek ritme eşlik ediyoruz. Bu sözleri okuldaki bandoculardan duyuyorum. Kemal Abi de bizim okulun hademesi. Okuldaki popülerliği adını etkinliklere de taşıyor.

Mahallenin çocukları hep bir ağızdan bağıra çağıra çakma trampetlerimize vururken alt yolda Ayşe'nin babası Haşim Amca beliriyor. Sinirden köpürmüş, avaz avaz bağırıyor: “Susun ulaaan susuuuun.” aklımız çıkıyor. Haşim Amca'nın peşinden mahalle kahvehanesinden bir sürü adam çıkıyor. Aynı tepkiyi onlarda veriyor. Günlerden pazar. Maden işçilerinin tek tatil günü. Dinlenmeye, ev, iş, çoluk çocuk sorunlarından uzaklaşmaya çalıştıkları tek gün. Kahvehaneden yola dökülmüş babalarımız tehditler savuruyor: “Kıracağım babaklarınızııı.” Hiçbiri Haşim Amca kadar sinirli değil. Tavlada yine yenilmiş olacak, burnundan soluyor. Esmer teni kırmızıya çalıyor. Bir de bizi eline geçirse, ne olur kim bilir. Neyse ki bize ulaşıp gırtlağımızı sıkması zor oluyor. Aramızda 40 basamaklı bir merdiven var ve biz onlara yukarıdan bakıyoruz. Onlara sadece merdivendeyken yukarıdan bakabiliyoruz zaten. Bu şehri ve merdivenlerini seviyorum, hem de çok. Merdivene atılan ilk adımla çil yavrusu gibi dağılıyoruz.

Çocukluğum binbir türlü yaramazlık ve hayal peşinde geçiyor. Aklıma kimi neyi düşürsem rüyalara kalmıyor. Hayata geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Birileri bir hikaye yazıyor ve ben başrolde oynuyorum. Daha aşağısını bünyem kabul etmiyor. Bu bazen huysuz bir çocuk olmama neden oluyor. Başarısızlıklar sonrası hayal kırıklıklarım da bu yüzden büyük oluyor.

Yaramaz bir çocuk olduğum günler geride kaldı. Hızla büyüyor ve hatta yaşlanıyorum. Oturduğumuz şehri terk ettiğimiz gün bitiyor çocukluğum. Yıllarca, kaybolan çocukluğuma ağlıyorum. Kabullenmesi çok zor oluyor ;ama o, artık geride kalıyor. Geceleri rüyalarımı yoklayan bir arkadaş oluyor, çocukluğum. Kavgalarımı onunla yapıyorum. Gündüz yine büyümeye ve çocukluğumdan uzaklaşmaya devam ediyorum.

Çok ama çok sıcak. Başımı içeri alıp kanepeye, kitaba dönmeli. O da nesi? Evlerin arasında, bir görünüp bir kaybolan, küçük, kara bir kızla gözgöze geliyorum. Yaramazlığı gözlerinden okunuyor. Koşup saklanmış olacak, nefes nefese kalmış. Küçük kara elleri bir tenekeyi sahipleniyor.




28 Temmuz 2017 Cuma

ağıt


bir kadın

dönmeyecekleri bekliyor

dalgalaşan yıllar

alıyor sevdalıyı

ağıta dönüşüyor

martı sesleri

umut...

kirpikte son yaş

denizler çekilirken

kadınlar

fado söylüyor

24 Temmuz 2017 Pazartesi




bitmeli



Yitik aşklardan arta kalan zamanlarda, ben de beni seven birini buldum sonunda. Hem çok geçtiler hem de çok fazla. Yıllanmam gerekti belki şarap misali.

Zamana direnircesine yeniliyor kendini ruhum, her yeni aşkla… Hepsini yaşamalıymışım sanki. İştahlı bir maymun gibi kalbim. Kabına sığmadığı anlarda, doyumsuzluğu artıyor.

Tüm aşklar çürümüş meyve tadında. Zamanı geçmiş hepsinin. En olmuşlarını topluyorum. Bozulmaya yüz tutmuşken, beni fark ediyorlar. Ezik, çürük yanlarını temizliyor, ayıklıyorum.

Kendilerini durmadan akan nehrime bırakıp yenileniyor, filizleniyorlar. Onlar yeniden meyveye dururken ben, olgunlaşıyor, yaşlanıyorum. Şimdi zamanı geçme sırası bende. Meysimim ise hiç geçmiyor. Her iklime uyuyorum.

Sobelenip kaçılan bir oyunda tam ortadayım. Elim sende deyip gidiyorlar. Ben hep ebe. Bazen hepsiyle oynayasım geliyor. Sonra hepsine nanik yapıp kaçmak istiyorum. Olmuyor…

Kendimden ne istiyorum? Bu oyunda işim ne? Derin, sahipsiz uykulara dalmakken niyetim, kalk diyorlar ısrarla. Yastığımla vedalaşıyorum. Off yine mi ebeyim söyleyin?  Artık saklanmak ve yok olmak istiyorum. Yoklukta savaşan kadınların arasında kaybolmak... Yastığıma sıkı sıkıya sarılmışken ayağım bir boşlukta kalıyor. Yokluğu beklerken bu korku niye? Birden irkiliyorum. Korkuyor muyum? Nedense…

 


21 Temmuz 2017 Cuma


tükeniş



tanrı niye kıskansın ki bizi

seni bana inat yaratmışken

seni, çaresizlikleri, mücadelesizlikleri

sen, bana inat ellerin bağlı

ben, sana inat hırslı



umut çiziyorum

filiz almıyor

bir rüzgar esiyor

üstümüzde

sen, kendini

çoktan bıraktın

yele

uçuşan parçaları toplasam

eklemlerimiz tutmuyor



bizi bölüyor

tüm puzzlelar

iki ayrı bulmaca oluyoruz

sonra…

ufuklar çıkıyor

kadrajımdan

ne yürüyeceklerim

kalıyor geriye

ne ağlayacaklarım

kalemim tükeniyor

19 Temmuz 2017 Çarşamba




tek



münferit zamanlarda

bulduğum sendin,

münferi ve naçar.

sendin, o

bilinmez yolların yolcusu

sessiz çığlıkların

duyduğum…



                                                                                                            

17 Temmuz 2017 Pazartesi


bir anı:
sanata doymak



Yeşillikler içindeki kampüsü adımlarken mermer bir heykel, yön veriyor yoluma. Patikayı takip edince ulaştığım, Güzel Sanatlar Fakültesi oluyor. Burayı anlatan bir film çekilecek ve ben de işin bir ucundan tutmak niyetindeyim. Kapıdan içeri girince, çoktan kurulmuş olan plato beni içine çekiyor. Her an bir film sahnesinin ortasında kalacakmışım gibi bir hisse kapılıyorum. İşte o an zihnimdeki anı defterine notlar düşüyorum, bugüne dair.

Güzel Sanatlar Fakültesi’ni anlatan filmin senaryosu Suat Hocam’a ait. Onunla Geleneksel Türk Sanatları katında buluşuyoruz ve beni önce Zeynep Hoca ile sonrasındaysa ekip arkadaşlarıyla tanıştırıyor. Buram buram sanat kokan fakültenin koridorları kulak kabartıyor buluşmamıza. Göz şeklindeki kavisli masada filmin senaryosu, fikir alış verişleriyle iyiden iyiye can buluyor. Masanın üzerindeki seramikler objeler kadrajıma giriyor, dokunuyorum.

Film ekibiyle, fikirlerimiz cebimizde fakültenin bölümlerini dolaşmaya çıkıyoruz; yani filmin platosunu. Etrafta öğrenciler, bir aşağı bir yukarı. Kiminin elleri boya kiminin önlüğü kiminin ise aklında bir nota. Zarif bir el piyanonun tuşlarında gezinirken, kulak veriyoruz sese. Küçük pencerelerden görmeye çalışıyoruz sanatçı elleri, parmak uçlarımıza abanmış…

Çatı katında rüzgarın sesi çağırıyor bizi. Filmin ilk sahnesi ayan beyan canlanıyor gibi. Merdivenlerden inerken resimdeki çocuk ağlamaklı gibi bakıyor ya da hınzırca gülüyor. Bu duvarlar konuşuyor adeta tuvaldeki resimlerce. Her obje yaşıyor, dokunasım geliyor. Elim tırabzana bağlanmış ipliklere takılıyor. Renk cümbüşünün bir ucu alt balkonu işaret ediyor. Dokuma tezgahları, ilmek ilmek Anadolu’yu dokumuş olacak dinlenmeye çekiliyor. Kulağımızda uzak sesler. Biri deklanşöre basıyor ve perde diyor biri. Müzik size her yerde eşlik ediyor; resim bölümünde klasik bir piyanoyken, heykel bölümünde asi bir gitar sesi taşa şekil veriyor. Çamur vücuda gelirken bağırıyor bir davul. Burada her nesne devrediyor görevini bir diğerine. Metal ve plastik sanat iç içe…

Burnumuzda toprak kokusu basamakları iniyoruz birer ikişer. Düşüncelerimiz adımlarımızın önüne geçiyor. Peşine takılıp seramik fırınında buluşuyoruz. Filmin tüm karelerini çektik gibi; fikirlerimizi pişirip güneşe çıkarıyoruz, gerisi seyirlik mi seyirlik…

14 Temmuz 2017 Cuma




anlık



yine bekliyorum

anı yaşatıyorum başkalarına

anlık mutlulukların alternatif maliyetindeyim yine

hesabı alman usulü ödüyoruz

ama bana pahalıya mal oluyor

tadını alamıyorum hayatın

beni bulamıyor kimse

ufka dönük yüzüm
uzakları gözlüyorum

12 Temmuz 2017 Çarşamba


tel toka



Paltomu koltuğa bırakırken fark ettim onu. Bir terk edilmişlik sinmişti üstüne. Bir sevgiliye bırakılmışlık, veda niyetine… Çikolatalı sigara mı yakarken avuçlarımdaydı artık. Dumanı uzun uzun solurken hikayesini düşledim…

Karşımda, vefasız sevgili canlandı. Sahibinin uzaklaşan topuk sesleri duyuldu sonra.  Hırçındılar, biraz da kırgın. Bir ara dönüp sana baktı, bir de sevgiliye son kez.

Şimdi sevgiliyle aynı tabladaydı sigaralarımız. Umarsızca oynadı saçlarıyla. Seni görmedi bile. Oysa görsün, avuçlarında sımsıkı sarsın diye bırakmıştı seni oraya. Gece kadar siyah saçlarına tutunmuştun, sabırla. “Biri var” demişti sevgili, “Artık gitmelisin. Senin çektiğin acılarda yanma sırası bende şimdi.”

Kız hayretle dinledi bu sözleri. Kulakları uğulduyordu. Başını avuçlarının arasına aldı. Yıllarca, yıllardaki gecelerce okşamak istemişti, sevgilinin saçlarını. Doyasıya sarılmak, nefesiyle bir olmak…

Ama hiç sevmezdi sevgili bunları. Hele saçlarına hiç dokunulmazdı. Yalnız uyurken okşanırdı saçları. Geceyi beklerdi siyah saçlı kız. Sabaha daha çok vardı. Ama şimdi gün de gece de birdi sanki. Her şey bitmişti.

Onunkiler yerine kendi saçlarıyla oynadı kız. Sen düşüverdin. Bir süre elinde oyalandı. Bütün sevgisini, özlem dolu gecelerini sana bıraktı. Tek bir söz söylemedi. Gitmek istedi sadece. Seni ona bıraktı.

Tüm anlamlar sana yüklenmişti. Değere dair ne varsa değersizdi artık. Bir o vardı şimdi bir de sen geriye kalan. Giderken en çok seni merak etti. Nasıldın ve nerde? “Bıraktığım yerde midir” dedi, pastanenin önünden her geçişinde.

Bir gün içeri girdi. Ben de oradaydım. Onu bekledim. Seni aramaya gelecekti, belli. Sevgilinin hayali sigarasını söndürüp çoktan gitmişti. Seninle yalnızdık. Topuk sesleri girişte duyuldu. Sesler yaklaştıkça içimi tarifsizce bir acı kapladı.

İki suçludan biriydim sanki. Bir açıklama yapıp suçumu ört bas etmem gerekiyormuş; ama verilecek tek bir yanıtım bile yokmuş gibiydim.

Siyah saçlı kız topuk sesleriyle yanımda belirirken seni sakladım. Daha ne kadar hayal kırıklığı yaşayacaktı ki? Seni görmezse üzülmezdi artık. Ya da ıstırapların en büyüğünü verecektim ona, seni saklayıp. Bir umudu olacaktı, sevgiliden yana…

Kendimle bunun savaşını verirken, kızla göz göze geldik. Hikayesinden haberdar olduğumu düşünmüşçesine baktı. Aynı anda yutkunduk. Ötesi yoktu, bilmeliydi. Bu umutsuz bekleyiş niye? Elimi eline uzattım ve suç ortağım seni, ona bıraktım...


10 Temmuz 2017 Pazartesi



tik



içimde alev alev yanarken

yüzümde koca bir gülümsemeye

bırakıyorsun yerini

mum alevi alıyor

 gülüşlerimi

gözlerim alabildiğine baygın

senin sevdiğin mimiklerim

harekete geçiyor

artık onlar tik bende

güldükçe aklımdasın

mazide aydınlık

hiç olmamış gamzemde

 yerin var

kimseler görmesin diye

orada saklısın

ıım, hayır

yine yaptım

burnumu tekrar tekrar oynattım

7 Temmuz 2017 Cuma


rüya


Bir öğle uykusu istiyor ki canım, sormayın. Şöyle tembelliğimin, aylaklığımın doruklarındayken doyasıya uyusam, hayallere dalsam. Yağmur yağsa, açık camlardan toprak kokusunu solusam. Sonra hafif hafif oynaşsa esinti içinde tiril tiril perdeler. Hayalle gerçek arasına bir perde çeksem ve kucaklayıp kaz tüyü yastığımı oracıkta iki alemi seyre dalsam, gözlerim kapalı. Ne çıkar? Ne çıkar sonra sevgilim gelse? Çıkıp geliyor hayal elemime. Aklımdan geçen hikayeleri döküyorum önüne bir bir. Kağıda henüz düşmemiş, kimseyle paylaşılmamış hikayeler bunlar, beni ben yapan, beni olgunlaştıran… sahi olgunlaştım mı? Aynada saçlarımı tararken fark ettiğim üç tel beyaz saç, kanıtı olabilir mi olgunluğun? Saçma! Düpedüz saçmalık! Hem ben değil başkaları karar verebilir olgunluğuma. Yani meyve cinsinden koklayarak değil tabi, yaşayarak…

Film şeridi gibi geçiyor hikayeler aklımdan. Başı sonu belli değil. Fikirler, fikirler… Fikirler havada uçuşuyor.  Ah bir başlasam yazmaya, yazabilmeye. Sevgilim usulca dinliyor beni. “Hepsi çok güzel,”diyor tebessümle. O hep beğenmiştir fikirlerimi. “Bir gün romanlar yazacaksın,”diyerek yüreklendiriyor. “Bizi de yaz olur mu?”diyor, bakışıyoruz. Göz bebeklerinde kendimi görüyorum. O da kendini görüyor olmalı. Hikayeleri bir kenara bırakıp gelecekten söz ediyoruz. Birlikte bir hayatımız oluyor, sıcak iklimlere uyanıyoruz her sabah. Hafta sonları denize gidiyoruz. O kulaç atıyor maviliklerde, ben ise belime kadar suyun içindeyim. Ötesine cesaretim yok. Denizi ne çok sevsem de boğulmaktan korkuyorum. Onu seyretmek bile yetiyor. Serin sulardan çıkıp güneşle kurulanıyoruz. Saçlarımızdan tuzlu sular süzülüyor, bakışıyoruz. Bunun adı:“ iyi ki varsın” bakışı, iyi ki yanımdasın. Aklımızdan geçenleri kestirmeye çalışıyoruz. Belli ki aynı şeyleri düşünüyoruz. Aynı kelimelerle başlıyoruz söze. Durup tekrar başlıyor, gülüyoruz. “Paşam,”diyorum. “Sultanım,”diyor “emret!” Sahilden mısırcı geçiyor. Paşam derdimi anlıyor: “mısırcıııı!”diyor…

Derken…

Yağmur, bir hışımla içeri giriyor. Uyanıyorum. Hayır bu beklediğim yağmur değil! Yaramazın en önde gideni, yeğenim Yağmur. Girdiği gibi çıkıyor odadan gürültüyle. Havada tek bir yağmur bulutu yok. Tekrar uyumak için başımı yastığa koyuyorum. Bu kez Api’nin sesi duyuluyor. İnlemeyle havlama arası bir ses. Bahçedeki hali geliyor gözümün önüne. Boynundaki tasmanın ucundaki zincirle bir ağaca bağlı; kaçmasın diye. Önüne koyulan yemek onu tatmin etmiyor, arkadaş arıyor oynayabileceği. Yaramazlık yaptıktan sonra ceza olarak eve kapatılan çocukları andırıyor. Patilerinin sütünde, boynu bükük, balkonlara bakıyor. Çocuklardan biri gelse, seslense… Tanıdık bir yüz, bir ses arıyor, ürkek kahverengi gözleri. En çok kendi gibi siyah geceden korkuyor, Api. Gecede el ayak çekiliyor. Yer, gök suspus… Belli ki yalnızlık onu da korkutuyor… 

3 Temmuz 2017 Pazartesi






ter



acıları atıyorum,

ter niyetine

bağıl nemim

yüzde yüz

birikmiş özlemlerden

kin yüklü bulutlarım

belki kan…

yağışa dönüyorum