30 Haziran 2017 Cuma



anne

kimseninkine benzemesin diye

yada benzetemediğimden

hiçbir şeye

dökemiyorum dizelere

annelik nasıl bir şey diye

29 Haziran 2017 Perşembe


O kadın



Hırçın saçlarımı usulca okşuyor annem. Kokluyor da hatta… Beni hep dikenler arasında kalmış bir yaban gülü olarak görüyor gözleri. Belki her annenin çocuğunu gördüğü gibi. Ama ben yaban gülü diye tanımlıyorum bunu. Hayatın dikenli yollarında bir yaban gülü. Koparması zor, zahmetli…

Annem gizlice seviyor saçlarımı. Arada beyazlarım gözüne ilişmiş olacak, hayıflanıyor sessizce, uyuduğumu düşünerek. Uyumuyor, dokunuşlarının yarattığı titreşimleri dinliyorum, hücrelerimden gelen.

Nedendir bilinmez gizlice seviyoruz birbirimizi. Ne doğum günü oluyor onu sevdiğimi söylediğim gün ne de anneler günü. Ona yaban gülleri sunuyorum dikenler arasından. Başarı basamaklarım oluyor yaban güllerim. Gururla alırken güllerini, öpmek için geceyi bekliyor.

Yorganımı başıma çekiyorum, gelecek diye. Uyurgezerliğim nüksetse ya da öksürsem sessizce, koşup geliyor. Bir şeyler konuşulurken hep bizleri geriden takip ediyor. Sanki arkamızı topluyor ve kolluyor. Bazen patlamaya hazır bir yanar dağ oluveriyor. Sessizlikte kaplanlaşıyor. Bu ormanlar benim diyor evin aslanına.

Öyle saf ve öylesine masum ki… Telaffuzu zor kelimeler seçiyoruz bazen, söyleyemediği. Güleceğimizi bile bile diretiyor söylemeye. Tontonum benim… Tonton dedikçe, aynada gıdısını süzüyor ve dudak sarkıtıyor. Kadın işte, doğasında iltifat duymak var. Gururunu okşayacak sözler söylüyoruz: Hatun diyoruz, bugün yine çok hoşsun…

Annem bir gün değil her gün gündemimize oturuyor. Yılmaz Erdoğan’ın babaanne tiplemesinden farkı kalmıyor kimi kez. Onu bizsizlikte ve sessiz bırakmış olacağız ki televizyonda yaşıyor….

Sabahları Seda Sayan oluyor, herkesin bacısı, dertlere derman kimi kez gözü yaşlı… Öğleden sonra Yeşil Çam’ın, sadece şefkat dolu ana rolüne bürünmüş Aliye Rona’sı… Ölen oğlunun ardından diğerini kaybetmek istemiyor. Gitme oğul diyor ve alıyor elinden bıçağı. Cüneyt Arkın’ı kim tutabilir. Mağrur mavi gözler son kez anasının gözlerine değiyor. Bir hışımla çekip giderken, önce sol omzu çıkıyor kapıdan. Gidiyor ve bir daha geri dönmüyor…

Annemden boncuk boncuk yaşlar dökülüyor. Çocuklar için şekerle dolu olan yeleğinin cebinden, bu kez hali hazırda bir mendil çıkıyor. Sonrası malum, hıçkırıkla karışık bir sesle Aliye Rona ile konuşuyor “Pıçağı almasıydın, ölmeziydi”… Bıyık altından gülerken kırılmasın diye kahkahamızı bastırıyoruz. Film, yerini hüzünlü bir müziğe bırakırken annem üzerine ağıt döşüyor. Ağıtla karışık, bize söylemek istediği öğütleri de bir bir sıralıyor. Tontonum benim, tonton meleğim…

Gece kalkıyor sessizce yatağına yanaşıyorum. Kulağına usulca fısıldıyorum sevgimi. Sevgim koca bir haykırış oluyor. Biliyorum, o da uyumuyor…


27 Haziran 2017 Salı





sen



şarabımı açmışım usulca

havada nargile kokusu

türkülerden…

ilk kadehi sundum

karşımdaymışçasına sana

içim bir hoş, daha içmeden

gözlerinle konuştum

yeşildiler, belki mavi

ne fark eder ki sanki

gök de sensin deniz de

gözümün görebildiği her yerde


22 Haziran 2017 Perşembe



düş


parlak bir düş gördüm, günde
yakınında oldum uzak
az gittim uz gittim.
gemilere saldım düşleri,
güneşte süzüldüler.
geceyi hiç görmedi gün;
ayla kardeşti oysa.
saklambaç oynayıp durdular,
gece yakamoz, gündüz ışıltı
göz kırptılar denizde
oynaşanlara…
ağaç dallarında saklananlara
sonra, gümm
hey hat.
kaldırım taşlarıyla kesildi soluğum,
meğer, ayakta uyumuşum…

20 Haziran 2017 Salı




ne demeli


Ne demeli bilmem ki?… İçimdeki kara deliklere hangi anlamı yüklemeli? Anlamını yitirenlerin çöplüğü çoktan koku vermeye başladı. Sınırlarımın dışına bıraksam?… Olmuyor, çevreliyor her yanımı. Bir sıtma tutuyor şehrimi. Nöbetler geçiriyor duygularım. Borderline yanım nüksediyor yine. Senin canın ne istiyor?

Güneş tutulacak diyorlar. Hava daha da ısınacakmış. Hele ağustos ayı… Zaman hızla akıp gidiyormuş bir de. Sonra yeni filmler çekiliyormuş, Yeşil Çam’da… Kızlarmış aşklarını söyleyen, oğlanlara… 

İçimi güneşe atıp yakmak istiyorum. Bakalım tutulmaya ara verecek mi? Bakalım yağmura dönüşecek mi akşamlar? Sıkar biraz, yağmazsa. Yağmasın da görelim haydi! Tanrı göndermez mi sopasını, kara bulutlara…

Dur dönme artık. Midem almıyor bu anlamsız dönüşleri. Bir gece bir gündüz. Peki ya sonra, sırada ne var? Yüzler, yengeçler, dönenceler hep aynı. Enlemi enlem değil, boylamı boylam. Bir Ekvator diye tutturmuşlar gidiyor. Kim var kim yaşıyor oralarda? Bilinmiyor…

Merkezden ziyarete geliyor dost saymak istediklerimiz. Biz en ücra en izbe köşesindeyiz dünyanın, onlara göre. Ne dilimiz tutuyor ne dinimiz. Dünya boşuna yamuk değil! Bir bozukluğu olacağı başından belliydi. Galileo’nun dilinde, belki tüy bitti…

Ahhh yeter ama dur diyorum sana. İneceğim, var mı ötesi? İstemeden geldik belki. Belki de istenmeden. Ama gitmeye hakkım olmalı. Benden giderlerken neden gidemeyecekmişim ben?

Tüm teleskopları istiyorum. Yönünü içime çevirsinler de görsünler. Kara deliklerin, su birikintilerinin alası bende. Sonra bir sürü yanardağım var. Patlayıp çoktan söndüler. Duymadınız, görmediniz bile değil mi?

Yaşam belirtilerim hiç olmadı ki… Arada mikroplar türettim. Asalak beyinler geliştirdim. Terliksi hayvanlarım oldu, besledim. Üstümde, cansız bedenimdeydiler. Ondan mı görmediler?...

Başı sonu olmayan bir yola soktular yine beni. Alın haydi ışıklarımı. Kasisleri eksik etmeyin, aman! Mümkünse ucu sarp kayalara çıksın, yolların. Biraz faleze ne dersiniz? Dalgaların kavgası hiç bitmesin. İnadına dövsün, dövünsün…

Dünya ister dönsün, ister dursun. Tüm dolambaçlı yollar kabulüm… Bir yudum istiyorum, Leyla’ya döndüren cinsinden ve bir de Leyla’ya yaraşır bir Mecnun…




18 Haziran 2017 Pazar




çentik

bedenim sıyrık sıyrık

çentik attılar

büyümeye

bir merhamet tamircisi bulunur mu?

kıymıklarımı temizlemeye

ve koymak yerini

    yeni çentik yerlerine

16 Haziran 2017 Cuma




karmaşa



görev dağılımı değişti

kalbim midemde atıyor

başını karnıma koy

bak

 hep sen diyor

kalbim aşeriyor sana

bu nasıl bir anatomi

içinden çıksam

 zor…


13 Haziran 2017 Salı






Babama…



“Güzeller güzeli… Sizin de veli toplantınız var mı” diye sordu, buruk bir ses, telefonda… “Ne toplantısı,” dedim şaşkınlıkla.  Küçük bir kız çocuğu görmüş televizyonda, babası hiç gelmemiş veli toplantılarına… Çok üzülmüş, duygulanmış görünce. Hemen telefona sarılmış… Koca yürekli, hayatla kavgam, babamdı arayan. Küçük kızı anlattı, ağlamaklı ve yineledi sorusunu: “Güzeller güzeli… Sizin de veli toplantınız var mı?” İçine su serpen, yüzünü güldüren cevabımı verdim, sorusuna: “Benim babam bütün veli toplantılarıma geldi” dedim gururla. Mutluluğuna diyecek yoktu. Kocaman öptü yanaklarımdan, sevgili babam…



Babalar ve kızlarına dair hikayeler anlatılır hep. Nasıl da kıskanır babasını kız ve nasılda sakınır kızını baba… Babalar hep bir otorite, mesafe... Aynı zamanda da özlemenin diğer adıdır, evde. Benim babam da özlenenlerdendi. Çocuk aklımızda anne yemek pişiren, evi çekip çevirense baba da evin Süpermen’i, bir görünüp bir kaybolanıydı. Akşamları, belli belirsiz görürdük babamı. O hep çalışır, bizim için süper bir şeyler yapardı…



Az görüştüğümüzden midir bilinmez, hep kavgalıydık, bu süper adamla. Olur olmaz kızdırır, sonra gönlümü alırdı. Ne de olsa Süpermen’di. Evimizin hayal kahramanı, benim kahramanım, canım babam… Hırçınlığım, kavgam, özlemimdendi. Şehir dışındaydı işi. Yine bir gün gitmiş ve günlerce dönmemişti. Annemin eteğine yapıştım: “Nerede babam, niye gelmiyor?” dedim. “Sabret kızım az kaldı, gelecek” dedi annem. Ama annem ne söylese nafile. Hiçbir sözü sakinleştirememişti beni.



O gece uyuyamadım. Babam hemen gelmeliydi. Hem de hemen... Bir çizgi filmde görmüştüm: Küçük kız, kırmızı pabuçlarının topuklarını birbirine vurarak dilek tutuyordu ve dileği hemen gerçekleşiyordu… Kırmızı pabuçlarımı babam almıştı. Giydim, babamın gelmesini dileyerek topuklarımı birbirine vurdum. Ama yoktu babam, gelmedi.



Sonra bir mektup yazdım babama. Daha ne kadar gelmeyecekti acaba! Hem kızmış, hem de onu çok özlemiştim. Gelsin di artık. Hem ertesi gün veli toplantımız vardı, öğretmen çağırmıştı. Ama babam ortada yoktu. Uzun uzun anlattım babama özlemimi ve ağladım uzun uzun. Yazdığım mektubu hiç gönderemedim babama. O gece ağlayarak uykuya dalmışım, mektubun üzerinde. Bir buseyle uyandım sonra, gelen babamdı. Gün doğmadan evdeydi. Haberi varmış veli toplantısından. Annem beni sakinleştirmeye çalışırken Süpermen, çoktan yola çıkmış. Sitemli mektubum yerine ulaşmadan babam gelmişti işte. Boynuna atıldım. Kırmızı pabuçlarıma mutlu bir bakış attım…




11 Haziran 2017 Pazar





tutku

kızılırmak tutkuyla tersine akıyor

kainatı kucaklıyor gülümsemem

sevişgenliği tutuyor kelimelerin

ellerim karanlıkta geziniyor seni

duyularımı soyunsam

söz çıplak kalıyor


7 Haziran 2017 Çarşamba


ÇOK GEÇ



Birileri hep geç kaldı bana. Ben beklemeyi seçtim. Onlar için doğru yaşam olmayı… Dikenler arasında bir yaban gülüydü bekleyişim. Kimsenin cesareti olmadı, dikenlerimden kanamaya. Başımı çıkarmaya çalıştıkça soğuk, insansız kaldırım taşlarında buldum kendimi…

Otobüs ardlarından bakmayı alışkanlık haline getirmiştim, seninle. Beni sensizlikte bırakan otobüste kaldı gözlerim, hep onu aradı… Oysa o pikniğe sırf seni görebilmek için gitmiştim. O söylemezse ben söylerim demiştim, kendime. Keşkeler olmamalıydı arkamda. Önce sen bilmeliydin; kimselere söylenmezdi ki, sevgiliye söylenmemiş sevda… O gün, bin bir türlü yalanla atlatmıştım kızları. Kaçıp pikniğe, sana, gelmiştim. Nereden bilebilirdim kalacağımı, seni düşünürken, yaptığım kısırla bir başıma? Çok söylendiler aptallığıma. Cesaretin azı korkaklık, çoğu ise aptallıktı. Ve ben fazlasıyla aptaldım sana…

Arkadaşlar, kırgındılar biraz da kızgın. Birileri almalıyken gönlümü, gönül koyulan oldum sonra. Hep koşmam gerekti ya da bakmam, gidenlerin ardından… Dikiz aynaları yoktu, terk edişlerin. Hiç görmediler ya da bilmediler bakmayı. Hırçındım, kayalarda çatlayan deniz misali… Yine de gönül koyamadım, haykıramadım da sevdamı sana…

Gelip geçenler oldu önümden. Kimdiler ya da ne? Yağmur mu değmişti kirpiklerime? Hava soğuk muydu? Ellerim sıcakken nasıl olmuştu da buz kesmişti? Bakışlarınla ısınmıştı avuçlarım, yalnız onlardı sımsıcak… Sesin kulaklarımda uğuldadı, geniş zamanlarda. Yaban gülü diye seslendin. Cebimde, dikenler arasından kopardığın yaban gülü saklıydı. Yaprağından koparıp rüzgara bıraktım. Saçlarımdan süzülüp sana geldiler. Kalbini çaldılar, yoktun…!

Yanlış sevdalarda buldum kendimi. Kendi dikenlerimde kanadım. Terk edilmeyi bekledim hep. Bir türlü gidemedim, kimseciklerden. Mazoşist sevdalar türettim. Yokluğunda büyüdüler. Seni kimselere söyleyemedim. Hiç keşkelerim olmadı sonra. Koca bir keşkeydim, başka hayatlarda. Birileri bana hep geç kalmıştı…

Şimdi dikenlerimi, deri altlarına gömülü kıymıklarımı ayıklıyorum, başka bahçelerde… Şarkıcılar, sözlerini alıp gitti. Daha güzelini söylemeye çalıştıkça detoneyim, perdesiz. Yaşlı ve yorgun bir başı taşıyorum omuzlarımda. Her sevda yeni bir ak ekliyor saçlarıma. Bir görünüp bir kaybolan aklar… Sevdalar geç kalmışken bana, geride onları bırakıyor. Zamansız geliyorlar, senden önce ve başkalarında…

Yaralarımı sardırıyorum, şimdilerde… Arada bir eskilere gidiyorum. Eski ben oluyor, acıyorum. Acıtsınlar istiyorum, daha ne kadar acıyacaksa. Sonra yine aynı liman alıyor beni içine, sarıp sarmalıyor. Dışarıda fırtına var. Sığınağım öylesine güçlü, duyurmuyor dalgaları…

İçimdeki çocuğu bırakıyorum, kaldırımlara. Dur durak bilmiyor, kimi kez. Bela üstüne bela. Bazen başını alıp gidiyor, salıncaklara…

5 Haziran 2017 Pazartesi


incir ağacı



hemen arka bahçendir durduğum

senden habersiz

papatyalar büyümüş

ters zeminde incir ağacı

alıyor hayat suyumu

perdeme bakışların düşüyor

kayıp oyuncağına ağlıyor

bakışların

aşkını ilan ediyor

yabancı sevdalılar

kalbim

yorgun bedenini bıraktığın

arzularını biriktirdiğin

kanepede

kalksan kaldırsan başını

bahçeye baksan

yabancı bahçelerde

gözlüyorum seni, beni






2 Haziran 2017 Cuma


DÜNYAM    



            Serzenişlerim mi birikiyor ne? Okuyamaz, yazamaz oluyorum. Sanki dünyam tekrar diyor tekrar. Olmadı. Yeni bir düzenek istiyor çarklarım.... O düzene uyacak bir de ben istiyor dünyam. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, romeolar, julietler çıkıp gidiyor zihnimden. Çorak bir arazi kalıyor geriye. Ekip sulama sırası bende; ama neyle?

            Çıkıp gidin diyesim var dünyamdam. Zor yaşanan, darlandıran herkese diyesim var gidin başımdan. Ne soru duymak istiyorum ne de sorun. Alın her şeyinizi ve gidin buradan. Çok diretirseniz kırıcı, yıkıcı olurum diye korkarım. Korkarım kendimden ve gücümden. Çünkü kalbim acımaz benim, göz yaşım içime akar, hiç ama hiç yakmaz tuzu denizlerimin.

            Şimdi her şeyi tek tek seçeceğim yanıma. Kim karışabilir, kim karşı koyabilir bana... Umudu olan insanlar istiyorum, umutları yanında gerçeklikten kopmayan insanlar. Hatalarını görsünler ve bilsinler özür dilemesini. Özlemesini bilsinler ve bitsin özlemleri dost omuzlara.

            Korkularını alan geliyor kapıma. Büyü bozucumu yitireli çok oldu; ama kimseye gelme diyemiyorum. Yenik kalpler, yitik aşklar, aşıklar sığınıyor duvarlarıma. Eşiklerime kadar doluyum. Ne sesimi iletebiliyorum onlara, teselliden öte cesaret dolu ne de dokunuşlarımı irkiltici.

            Kadını ayrı erkeği ayrı dert dünyamın. Nasıl da girdiler içeri. Kapı mıydı açık kalan ardına kadar yoksa bir maymuncuk yetti mi kilit kırmalarına? İstediğin kadar söylen şimdi kendi kendine. Yarın görürüm beni yine kendinden habersiz dert arar dert üstüne. Balıkları tekrar suya atmak sana kaldı sanki. Baktın yaşam belirtisi yok, vurmuş karaya... Elleme artık bırak. Bir sen misin gören,  duyan? Kimi kimsesi yok mu bu insan taklidi yapan yaratıkların?

            Kaşlarımı çatmış bir şeylerin üstesinden gelmeye çalışıyorum yine. Hava sıcak. Ruhum yapış yapış. Akdeniz'de yanan ayaklarımı nerelere sürmeli? Nereye götürse beni boş. Dön dolaş aslımdır, rücu ettiğim yollar. Ne kadar söylensem faydasız kendime. Onlar gelmese, ben gidiyor ve hatta atlıyorum karanlık denizlerine. Ne ben sorar oluyorum kendime ne de onlar “yüzme biliyor musun?” diye.

            Raflar arasında geziniyorum. Tanıdık bir yüz, bir ses arıyorum. Yok  yok işte. Kitaplar arasında kapıyorum kapılarımı. Kendine dost diyor, elinde aynayla dolaşanlar. Ardımsıra saçlarımı bırakıyorum. Gidin gelmeyin desem de izimi sürsünler istiyorum içten içe. Aynasını alan geliyor. Beni anlat, beni dinle, dinlendir diyor beni hepsi. Oysa dokunabilseler aynalarındaki yüze. Saklanmasalar kendilerinden. Sırrın arkasında bıraksalar yalanları...

            Kafatasım pazar yerinden farksız. Satışı zirve yapsın diye, bitmiyor avazları. Kulaklarımı tıkayıp uzasam. Nehir olsam mesela? Pazar tezgahlarının kıyılarına sırtı dönük kurulduğu... Bağırış çağırış arasında usulca aksam. Kazara birinin ayağı kayıpta içime düşmeden, imdat çığlıkları duyulmadan farkında olunmasam? Ne çıkar yani?

            Başka hayatlar büyütmek için çok erken, biliyorum. Bir çiçek olsun yeşermez oldu bahçemde. Hayat suyumu hep başkaları içti. Güneşe döndüm. Gün yaktı kavurdu dallarımı. Oksijensiz kaldım. Daha ne alacaklarsa... Gidin, geri dönmeyin. Kendimle kalsam. Bıraksanız beni. Bir sanş daha versem kuruyan çiçeklere. Güzel kokular yaysalar. Yok, hayır. Başka canlar, canı yananlar yaklaşıyor yine. Kusma nöbetleri geçiriyorum. Kendime açlığım ses veriyor derinden, içim kazınıyor. Kendime kalmak istiyorum... neden?



1 Haziran 2017 Perşembe




hanımeli



bir kavgaya doğar insan oğlu

doğum gibi sancılı

ana rahmi kadar sıcak

nasırlı bir coğrafyada

hayatta kalma savaşı
                                                                   ve ekmek kavgası…