20 Mart 2018 Salı
10 Mart 2018 Cumartesi
AŞURE
Marmara’dan Akdeniz’e doğru bir yolculuktu çıktığım.
Bambaşka bir hayatın eşiği aydınlanıyordu, ufukta. Torosların ardı Antalya’ydı,
ben ise genç bir üniversiteli. Mutluluktan gözümü bile kırpmamış, yol boyu
tabelaları okumuştum. Nice uygarlığa ev sahipliği yapan, medeniyetler beşiğinin
kıvrımlı yollarından Akdeniz’e süzülüyordu, otobüs. Portakal çiçekleri meyveye
durmuş; begonviller her yanı sarmıştı. Renklerin hiç solmadığı bir şehre ayak
basmıştım. Dünyayı keşif yolculuğumda üniversite hayatı, ilk adımlarım
olacaktı.
Evimden
ilk defa bu kadar uzak ve ayrı kalacak olmanın korkuyla beraber mutluluğu da
taşıması şaşılası şeydi. Valizim soru işaretleri ve özgürlük afişleriyle
doluydu. İçimdeki çığlığı serbest bırakmak adına insansız alanlar aradı
gözlerim. Bulamadım. Okulun ilk günüydü ve her yer başıboş özgür ruhlarla
doluydu. Bu çok uzaklardan bile seçilesi bir coşkuydu. Uzun ve bin bir çiçekle
bezeli kampüs yolu hoş geldin diyordu. Sınavdan yeni çıkmışçasına, yorgun
adımlarla ama koşa koşa geçtim o yolu, elim kasımpatılarda. Gözlerimin uykuya
direndiği adımlarımın beni taşıyamaz olduğu anda artık yurdun
yatakhanesindeydim. Dar, uzun koridorun en sonundaydı, 220 numaralı oda.
İçeriden
hararetli sesler geliyordu. Kapıyı birkaç kez tıklatıp girdim. Sesler durdu ve
yüzler benden yana döndü. Yerde yeni açılmış valizler, etrafta dolaplara
yerleştirilmeyi bekleyen giysiler; karşılıklı duran üç ranza, ortada küçük bir
çalışma masası… Odaya en son gelen kişi bendim ve kızlar çoktan tanışmıştı. Kısa
boylu, esmer ve uzun saçlı çıtı pıtı bir kız olan Gülşen, merhaba dedi önce ve
elimi sıktı.
“Elazığ’dan
geldim. Kürt Alevi’siyim.” Ben gelmeden az önce bir tartışmanın ortasında
oldukları belliydi. Ardından diğer kızlar da isimlerini, nereden geldiklerini
ve aslında kim olduklarını açıkladılar sırayla ve sözleşmişçesine.
“Müge,
Çorum’dan geldim. Çerkez’im ve Sünni’yim.”dedi. Bunu söylerken yeşil gözleri
Gülşen’den yana bakıyordu, sarı saçlarını tepesine toplamaya çalışarak.
Bakışlarının çatıştığı noktada yerlerine geçtiler. Sırasını savan yatağına
çekiliyordu.
Yıllar
içerisinde öğreneceğim gibi odanın en sakin ve en duygusal kızı olan Gamze,
oturduğu yatağından kalkıp uzun, dalgalı saçlarını savurarak yanıma geldi ve
daha önce tanışıyormuşçasına kocaman gülümsemesiyle bana sarıldı. “Gamze,
Erzincan’dan geldim. Türk Alevi’siyim.”dedi ve sırasını verir gibi diğer kıza
baktı.
Hemen
hemen Gülşen ile aynı boyda, esmer, gözlüklü ve muhtemelen en zekimiz olan kişi
ayağa kalkıp ranzasına yaslandı. “Duygu, Tunceli’den geldim. Zaza ve
Alevi’yim.” dedi. Sesinde biraz gurur vardı.
Benden
biraz önce içeriye girmiş olacak en az benim kadar şaşkın olan Ayşe, ayağa
kalkarken etrafını süzdü. Eli kıvırcık saçlarına gitti ve mavi gözlerinde bir
parça soru işaretiyle “Ayşe, Isparta’dan geldim. Bulgar göçmeniyim ve
Sünni’yim.” dedi. Kafam allak bullak oldu ve sanırım etkilerinde kalarak ben de
onlar gibi ifade ettim kendimi. “ Sibel, Kocaeli’nden geldim. Azeri’yim ve
Sünni.” diyebildim. Şimdiye dek böylesi bir sese bürünmemişti, kimliğim. Sanki
birazdan elinde bir listeyle denetleme müdürü içesi girecekti ve yoklama
alacaktı. Bir an susup birbirimize baktık ve sebepsiz güldük. Aslında hem çok
karmaşık hem de çok çeşitliydik. Sanki gizli bir el seçerek yerleştirmişti bizi
bu odaya.
Okuldaki
ilk sınavımız yatakhanedeki kültür çatışmasıyla başlayacaktı. Hoşgörü sahibi ve
empati yeteneği olanlar bu sınavı başarıyla geçecekti. Aynı çerçeveye zorla
sokulmuş birer resimdik şimdi. Birbirimize kimliklerimizle bakıyorduk. O güne
kadar Azeri ya da Sünni olarak tanıtmamıştım kendimi. Biz seçilmişler, Nuh’un
gemisinde yan yana ve omuz omuza idik. Bu yeni yaşamı birlikte göğüsleyecek ve kilidini
değiştire değiştire yeni kapılar aralayacaktık.
Daha
sonra öğreneceğim gibi Gülşen, Müge, Gamze ve ben aynı bölümdeydik, İletişim
Fakültesi’nde. Zeki arkadaşım Duygu Matematik okuyacaktı, Ayşe ise atletik
yapısıyla kendini ele veriyordu zaten; Antrenörlük. O gün bölümlerimizden
konuşma sırası bir türlü gelmemiş kimlik karmaşasının içine girmiştik. Evimizi,
geldiğimiz şehirleri temsilen oradaydık adeta. Arkadaşlarım sayesinde hiç
gitmediğim şehirleri görecek, tatmadığım lezzetlere yolculuğa çıkacak ve
bilmediğim dilleri konuşacaktım. Önce önyargılarımız çarpışacak, yanılacak,
yenilecek ve orta yolu bulur bulmaz da kültürler arası iletişime geçecektik.
Hepimizin birbirimize dair önyargıları vardı. Duyduklarımız ya da
yaşadıklarımız kafi gelmişti, genelleme yapmaya.
Alevi
arkadaşlarım dışlanma korkusuna kapılmışlardı. Anlattıklarına göre o güne değin
bulundukları ortamlarda sürekli sorgulanmışlar ve kimliklerini kendilerine
birer kalkan olarak kullanmışlardı. Böylesi bir durum benim için çok yeniydi.
Evimde dış dünyadan uzak anne ve babamın gözetiminde korunaklı bir alanda
büyümüştüm. Ben Azeri’yim deme gereği hiç duymamıştım! Önceleri anlamak da
zorlansak da zamanla özümsemiştik birbirimizi. Bu özümseyiş yıllarca
süregelecek bir dostluğun habercisiydi.
Konuşmaya
dalmışken valizlerimiz hala yerdeydi. Ayşe’nin sabırsızlığı harareti dağıttı. Biraz da acıkmıştık. Hep beraber masanın
üzerindeki eşyaları toplayıp güzel bir sofra hazırlamaya karar verdik. Memleket
kokan valizlerden bakın neler çıktı: Erzincan’dan siyah üzüm, Tunceli’den
çökelek, Kocaeli’nden pişmaniye, Isparta’dan gül lokumu, Elazığ’dan pestil ve Çorum’dan
leblebi. Sofra kurmak her dilde ve her kültürde birleştirici bir rol oynar.
Nimete duyulan saygı önyargıları geride bırakır, o gün de olduğu gibi.
Yemeğin
yanında sohbetin tadı değişmiş bambaşka bir kimliğe bürünmüştü. Sanki bizler
bir kazan aşurenin taneleriydik. Özenle seçilmiş bereket versin diye bir araya
getirilmiştik. Zamanın kepçesiyle harmanlanacak ve bambaşka bir tada
dönüşecektik. Sonrası ortak bir dil ve zengin bir kültür….
8 Mart 2018 Perşembe
Kadın kadını kutlar
Bugün 8 Mart, günün bitmesine saatler kaldı... Telefonum kadınlardan gelen mesajlarla dolu... Yıllar önce bir bir 8 Mart eylemine katılmıştım, erkeklerin yönetip yön verdiği. Önce biz kadınları hizaya dizdiler, tam bir boy sırası... Sonra söylenecek şarkıları ve sloganları söylediler önümüze geçip, hep yaptıkları gibi. Biri gelip kulağıma çav Bella dedi, kafam karıştı adımı söyledim gayri ihtiyari... Durdum öylece ve bağırmaya başladım kimse bana yön veremez diye. Kalabalığın tersi istikamette yürüdüm yorulana dek; yol beni varmak istediğim şeye, özgür bilince götürmeyecekti. Erkekler ellerini çekmedikçe üzerimizden özgür olmayacaktı sesimiz,nefesimiz. Yarın 9 Mart. Tüm dünya yarın biz kadınları unutacak ve erkek egemenliğindeki yeryüzü kadın cinayetlerinin bitmediği, kadının gözyaşlarının dinmediği bir yer olmaya devam edecek..
Bugün 8 Mart, günün bitmesine saatler kaldı... Telefonum kadınlardan gelen mesajlarla dolu... Yıllar önce bir bir 8 Mart eylemine katılmıştım, erkeklerin yönetip yön verdiği. Önce biz kadınları hizaya dizdiler, tam bir boy sırası... Sonra söylenecek şarkıları ve sloganları söylediler önümüze geçip, hep yaptıkları gibi. Biri gelip kulağıma çav Bella dedi, kafam karıştı adımı söyledim gayri ihtiyari... Durdum öylece ve bağırmaya başladım kimse bana yön veremez diye. Kalabalığın tersi istikamette yürüdüm yorulana dek; yol beni varmak istediğim şeye, özgür bilince götürmeyecekti. Erkekler ellerini çekmedikçe üzerimizden özgür olmayacaktı sesimiz,nefesimiz. Yarın 9 Mart. Tüm dünya yarın biz kadınları unutacak ve erkek egemenliğindeki yeryüzü kadın cinayetlerinin bitmediği, kadının gözyaşlarının dinmediği bir yer olmaya devam edecek..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)