DÖNE
NİNE
O günlerde ya
telefon ziliydi bizi uyandıran ya da
camilerden yükselen sela sesi. İkisi de ölüm diyordu. Sesten sonraki
sessizliğin adı ölümdü. Sonrası... Sonrası belki yağmur. Rahmet niyetine.
Hayatın kirini pasını alır diye... Bu kez ölüm haberi telefonla kaldırmıştı
bizi yataklarımızdan. Döne Nine ölmüştü. Yağmur...
Uzak bir
akraba gibi gelip giderdi evimize. Eşi, yıllar evvel ebediyete göç ederken
bırakmıştı elini. Kimsesizliği, ruhu kadar bedenine de ağır gelmişti.
Olabildiğince zayıf ve yaşlıydı. Sırtında yılların yükünü taşır gibiydi,
görünmez bir sepetle. Sefaletin ağırlığıyla hep kamburdu. Dik yürümeyi bilmez,
kimseyle gözgöze gelemez, utanırdı.
Oğlu öldükten
sonra gelini evinde istememişti bu yaşlı kadını.
-
Aklı gelip gidiyor baş edemem, demişti.
Küçük oğlunun
yanına sığınmıştı, Döne Nine. Dahası başka bir evin çilesine ortak olmaya
başlamıştı. Gecekondu mahallesinde oturuyordu oğlu, eşi ve iki çocuğuyla.
Fakirliğin tam orta yerindeydi evleri. Mutfaklarına ne girer, kursaklarından ne
geçer bilinmezdi. O fakirliğin içinde oldukça da sorumsuzdu küçük oğul. İş
bulursa çalışır, avare avare dolanırdı. Kahvehane köşelerinde solurdu,
parasızlıktan alamadığı sigarayı. Tiryakiliği de yoktu sigaraya, pasif
içiciydi. Nasıl olsundu ki?
Döne Nine
sorumsuz oğulun zoruyla kapı kapı dolaşır, çaresizce yardım isterdi. Kimi zaman
kış soğuğunda büzüşmüş bulurduk onu. Zile basmak ister, sonra usulca
basamakları gerisin geri inerdi. Hep öyle yakaladık onu kapı önlerinde. Soğuk
kış günlerinde evimizde ağırlar, sıcak soba başında çorba ikram ederdik. Utana
sıkıla çorbasını içerken gözleri yerde ayak hizasında dururdu. Çorapları
birbirinden habersizdi kimi kez. Sağ ayak açıklarını, yırtıklarını kapatmak
için abanırdı sol ayağa. Halıya basarken kirlettim mi diye ardına bakardı.
Elini öptürmez, yaşlılıktan çökmüş avurtları kızarır, sicim sicim ter dökerdi.
Her gün
dershane için yollardaydım. Sınava çok az kalmıştı. Üniversiteye gidebilmek
için gece gündüz çalışıyor, yorgun başımı otobüs camlarında dinlendiriyordum.
Otobüsün sıçrayarak geçtiği her kasis, uykumdan çalıyordu. Uyku ve irkilme arasında nerede olduğumu
unutuyordum. Cama vuran yağmur damlaları beni kendime getiriyordu. Yine zor bir
deneme sınavı sonrası eve dönüyordum. Her gün aynı ip üstünde gidip gelen bir
cambazdan farkım yoktu. Yolu, tümsekleri, ışıkları ezberlemiştim. Otobüs,
evimizin olduğu sokağa girmeden önceki son kırmızı ışıkta durdu. Sınavlardan
serseme dönmüş başımı cama sabitlemişken
arka kapıya birinin vurduğu duyuldu. Parası olmayanlar, ön kapıdan
binmeye çekinir, otobüslerin arka kapılarına yanaşır ve şoförün insafına
sığınırlardı. Şoför de dikiz aynasından arka kapıya yanaşana alıcı gözüyle
bakar, yalan söylemediğine inanır ya da acırsa tamam demeye getirmek için
başını aşağı yukarı sallardı.
Oturduğum
yerden dikiz aynasından görünen şoföre baktım. Adam, arka kapıdakine acımamış
olacak hayır anlamında kaşlarını kaldırdı. Arka kapıdan biri bindi. Yaşlıca bir
kadın sesi:
-
Nolur yavrum çok üşüdüm hiç param yok, dedi.
Bu ses bana
hiç yabancı gelmedi. Şoföre dur deyip yaşlı kadının yol parasını ödemek
istedim. Elimi cebime attım. Aceleyle karıştırdığım cebimde parmaklarım boş boş
gezindi. Sınav sonrası bir simit yemiş ve son paramı da otobüse vermiştim.
Yaşlı kadını sesinden tanıdım. Bakamadım. O an
ne düşündüm? Ne istedim? Ne yapmalıydı? Bilemedim. Cebimdeki yokluk otobüsü
durdurmaya yetmediği gibi yaşlı kadını yolda bırakmaya yetti. Arka kapı yüzüne
kapanırken yağmur hız kesmeden yağdı. Otobüs uzaklaşırken, vicdamın yakama
yapıştı. Yutkunurken utandım. Utançla yutkundum.
Fakirliğin
kışı hiç bitmez ya Döne Nine'nin de çilesi bitmedi. Kara kışlar yokladı
dermansız bedenini. Yardım dilendiği sokaklardan birinde fenalaşıp yere
yığılmış. Görenlerin yardımıyla hastaneye kaldırılmış. Sahip çıkan olmamış bir
süre. Kimsesizliğiyle can verirken elini tutan da yokmuş. Hastane masraflarını
ödeyemem diyerek terk etmiş yakınları.
Sabahın erken
saatlerinde gelen telefon oğlundandı. Cenazeyi alabilmek için yardım istedi.
Döne Nine son kez vurdu ıslak cama. Kazağının koluyla buğuyu sildi. Dönüp
bakabildim. Simit, susamlar... Boğazımda hissettim.