rüya
Bir
öğle uykusu istiyor ki canım, sormayın. Şöyle tembelliğimin, aylaklığımın
doruklarındayken doyasıya uyusam, hayallere dalsam. Yağmur yağsa, açık
camlardan toprak kokusunu solusam. Sonra hafif hafif oynaşsa esinti içinde
tiril tiril perdeler. Hayalle gerçek arasına bir perde çeksem ve kucaklayıp kaz
tüyü yastığımı oracıkta iki alemi seyre dalsam, gözlerim kapalı. Ne çıkar? Ne
çıkar sonra sevgilim gelse? Çıkıp geliyor hayal elemime. Aklımdan geçen
hikayeleri döküyorum önüne bir bir. Kağıda henüz düşmemiş, kimseyle
paylaşılmamış hikayeler bunlar, beni ben yapan, beni olgunlaştıran… sahi
olgunlaştım mı? Aynada saçlarımı tararken fark ettiğim üç tel beyaz saç, kanıtı
olabilir mi olgunluğun? Saçma! Düpedüz saçmalık! Hem ben değil başkaları karar
verebilir olgunluğuma. Yani meyve cinsinden koklayarak değil tabi, yaşayarak…
Film
şeridi gibi geçiyor hikayeler aklımdan. Başı sonu belli değil. Fikirler,
fikirler… Fikirler havada uçuşuyor. Ah
bir başlasam yazmaya, yazabilmeye. Sevgilim usulca dinliyor beni. “Hepsi çok
güzel,”diyor tebessümle. O hep beğenmiştir fikirlerimi. “Bir gün romanlar
yazacaksın,”diyerek yüreklendiriyor. “Bizi de yaz olur mu?”diyor, bakışıyoruz.
Göz bebeklerinde kendimi görüyorum. O da kendini görüyor olmalı. Hikayeleri bir
kenara bırakıp gelecekten söz ediyoruz. Birlikte bir hayatımız oluyor, sıcak
iklimlere uyanıyoruz her sabah. Hafta sonları denize gidiyoruz. O kulaç atıyor
maviliklerde, ben ise belime kadar suyun içindeyim. Ötesine cesaretim yok.
Denizi ne çok sevsem de boğulmaktan korkuyorum. Onu seyretmek bile yetiyor.
Serin sulardan çıkıp güneşle kurulanıyoruz. Saçlarımızdan tuzlu sular
süzülüyor, bakışıyoruz. Bunun adı:“ iyi ki varsın” bakışı, iyi ki yanımdasın.
Aklımızdan geçenleri kestirmeye çalışıyoruz. Belli ki aynı şeyleri düşünüyoruz.
Aynı kelimelerle başlıyoruz söze. Durup tekrar başlıyor, gülüyoruz. “Paşam,”diyorum.
“Sultanım,”diyor “emret!” Sahilden mısırcı geçiyor. Paşam derdimi anlıyor:
“mısırcıııı!”diyor…
Derken…
Yağmur,
bir hışımla içeri giriyor. Uyanıyorum. Hayır bu beklediğim yağmur değil!
Yaramazın en önde gideni, yeğenim Yağmur. Girdiği gibi çıkıyor odadan
gürültüyle. Havada tek bir yağmur bulutu yok. Tekrar uyumak için başımı yastığa
koyuyorum. Bu kez Api’nin sesi duyuluyor. İnlemeyle havlama arası bir ses. Bahçedeki
hali geliyor gözümün önüne. Boynundaki tasmanın ucundaki zincirle bir ağaca
bağlı; kaçmasın diye. Önüne koyulan yemek onu tatmin etmiyor, arkadaş arıyor
oynayabileceği. Yaramazlık yaptıktan sonra ceza olarak eve kapatılan çocukları
andırıyor. Patilerinin sütünde, boynu bükük, balkonlara bakıyor. Çocuklardan
biri gelse, seslense… Tanıdık bir yüz, bir ses arıyor, ürkek kahverengi
gözleri. En çok kendi gibi siyah geceden korkuyor, Api. Gecede el ayak
çekiliyor. Yer, gök suspus… Belli ki yalnızlık onu da korkutuyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder